28 Mart 2013 Perşembe

23 Nisan'ın Anlamı


Bilindiği üzere 23 Nisan 1920’de kurulup açılan TBMM, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli ve millî bayramlarımızdan birinin nedenidir. 23 Nisan 1929’dan beri “Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak bu büyük eseri anıyor ve kutluyoruz. Ne yazık ki, 12 Eylül 1980’den önce Atatürkçülük dışı çeşitli akımlar ve yanlış politikalar yüzünden Türkiye Cumhuriyeti çökme tehlikesi atlatmıştı. Atatürk’ün, cumhuriyeti emanet ettiği genç kuşaklardan oluşan Atatürkçü ordu, devleti uçurumun kenarından çevirerek kendi asil kimliğine yeniden kavuşturdu.


Kurucu Meclis niteliğinde oluşturulan yeni Meclis’in bir kanadını teşkil eden Danışma Meclisi, millî bayramlarımıza, Millî Güvenlik Konseyi ile birlikte büyük önem veriyordu. 23 Nisan’ın Anlamı başlığı altındaki bu bölümü bazı Danışma Meclisi üyelerinin 23 Nisan 1983’te ve 88’nci birleşimde yaptıkları konuşma ve değerlendirmelerinden bölümler alarak oluşturmak istiyorum:

Abdülbaki Cebeci-Yeni Türkiye Devleti’nin temeli salt bağımsızlık, özü ise ulusal egemenliktir. Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, Türk ulusunun savunma kalesi olarak Ankara’da yükselmesi, dünya düşünce alanında, yalnızca bir kavram niteliğinde kalmış olan ulusal egemenlik düşüncesini dinamizme kavuşturmuş, bir sistem olarak gerçekleştirmiş, işler duruma getirmiştir.

Atatürk 24 Nisan 1920’de hükümet kuruluşu üzerine yaptığı konuşmasında şöyle demişti:

“Mecliste beliren ulusal iradenin yurt yazgısına doğrudan doğruya el koymasını benimsemek temel ilkedir. TBMM’nin üstünde bir güç yoktur. Ulusal egemenliğin her şeyden önce kendisini göstermesi için Yüksek Meclisimiz olağanüstü yetkilerle toplantıya çağrılmıştır. Ulusumuz hiç kimsenin iznine gerek görmeden ve izin vermeyenlere karşı isyan ederek ulusal egemenliğini almıştır. Alınmış olan egemenlik hiçbir biçimde bırakılamaz ve geri verilemez.”

23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramının, siyasal ve hukuksal anlamında, en az Cumhuriyet Bayramı ölçüsünde büyük bir ulus bayramı olduğu kuşkusuzdur.

Hamza Eroğlu – Mustafa Kemal Paşa’nın millî egemenlik ilkesine dayanan ilk açıklaması Samsun’dan Sadarete (Başbakanlığa) verdiği 22 Mayıs 1919 tarihli raporunda belirtilmiştir: “Millet, millî hâkimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir, bunun için çalışacaktır.”

Atatürk, Millî Egemenlik teorisini işlerken büyük bir beceri ve büyük bir bilgi gücüyle Türk gerçeğine cevap verecek şekilde bunu ele almış ve geliştirmiştir.

Süleyman Sırrı Kırcalı— “23 Nisanlar yalnız bir tören olarak yaşanan değil, bütün bunların gözden geçirildiği günler olmalıdır. Hele, 12 Eylül’e getirilen, içinde yaşadığımız 23 Nisanların devamı olan bu mutlu ve tarihî günlerde 23 Nisan ruhu ona yakışır bir derecede değerlendirilmelidir. Ulusal egemenliğimizin bayramını, çocuklarımızın bayramıyla birleştirmenin başka ne anlamı olabilir. Neyi, kime emanet ettiğini çok büyük bir isabetle tayin eden ve bunda yanılmayan büyük Atatürk’ün, ulusal egemenliği çocuk bayramıyla birleştirmesi, onun dehasının büyük eseridir.

Utkan Kocatürk— Her milletin tarihinde dönüm noktası teşkil eden önemli günler vardır. 23 Nisan 1920, bizim tarihimizde belki de şereflerin en büyüğüne lâyık bir gündür.

…23 Nisan Millî Mücadele tarihinin olduğu kadar, Türk demokrasi tarihinin de dönüm noktasıdır. Türkiye’de millî hükümet esasının simgesidir. Daha geniş anlamda, memleketimizde cumhuriyetin ifadesidir.

…23 Nisan’ın, Millî Egemenlik Bayramının yanı sıra, Çocuk Bayramı olarak da kutlanması çok anlamlıdır. Bu suretle millî hâkimiyet kavramıyla milletin geleceğini temsil eden çocuk kavramı en güzel şekilde birbirine bağlanmıştır. Unutmamalıyız ki, Atatürk’ün önemli sosyal hareketlerinden biri de toplumumuzda çocuğa verdiği değerdir. Yarının gencini, istikbalin büyüğünü teşkil edecek olan çocuk kavramı, Atatürk’te en anlamlı şeklini kazanmıştır. Zira, ilkelerine bağlı, çalışkan, memleketsever bir gençlik Atatürk’ün ideali idi: “Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor. Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkada kalmayacak” derken, bu gençliği kastediyordu. Bu bakımdan, çocuklarımız ve gençlerimiz Atatürk’ü gerçek anlamıyla kavramalı, onun istediği, ona lâyık evlâtlar olmaya çalışmalıdır.


Bazı Anılar ve Çocuk Esirgeme Kurumu:

Yukarıda kendisinden nakiller yaptığım Süleyman Sırrı Kırcalı, sözünü ettiğim konuşmasında “Yeni Türk harfleri ile bulup okuyabildiğim ilk gazetelerde, 1929 yılı 23 Nisanında Çocuk Haftası yerleşmişti bile. Gazetelerde haftanın nasıl yaşandığı, Cumhurbaşkanı Gazi Paşa’nın çocukları nasıl kabul ettiği, onlarla neler görüştükleri resimleriyle uzun uzun anlatılıyor. Bu, Türkiye için olduğu gibi, dünya için de büyük bir olaydı, şimdi de olduğu gibi!” demektedir.

Takdir olunur ki, “bazı anılar” başlığı altında, Atatürk’ün çocuk sevgisine değinmeden geçemeyiz. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterlerinden Hasan Rıza Soyak, “Atatürk’ten Hatıralar” adıyla 1973’de yayınladığı eserinde, Ölümsüz Önderimizin çocuk sevgisi hakkında şunları söylemektedir:

“Atatürk çocukları çok severdi. Onun dilinde çocuk, sevgi demekti. Sevdiklerine, hangi yaşta olursa olsunlar, “çocuk” diye seslenirdi. Kendisinin çocuğu olmamıştı; bundan dolayı vakit vakit iç acısı duymuş mudur bilmiyorum ama, doğrusu ben buna hiç ihtimal vermiyorum; bütün Türk yavruları onun öz çocukları gibiydi. O, bu yavrulara öylesine gönül vermiş, onlar da ona öylece candan bağlanmışlardı. Dünyada böyle bir mutluluğa erişmiş kaç insan vardır ve böyle bir insanın yüreğinde öyle bir üzüntü nasıl yer tutabilir.

Bir gün yanma girdiğim zaman, onu (Ülkü’yü) yine büyük adamın kucağında bulmuştum; şakalaşıyorlardı. Çocuk katıla katıla gülerek onun altın saçlarını çekiyor, burnuna yapışıyor, ara sıra yumak elleriyle yüzüne küçük küçük tokatlar indiriyordu.

O da çocuklaşmış gibiydi; bir yandan kahkahalarla gülüyor, bir yandan da güya başını korumaya çalışıyordu. Bir aralık bana baktı, gök parçası gözleri sevgi ve neşeden ışıl ısıldı:

“Çocukluk ne güzel şey.. Çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar değil mi? En çok hoşuma giden halleri nedir bilir misin?.. Riyakârlık bilmemeleri, bütün istek ve duygularını içlerinden geldiği gibi açıklamaları” dediğini anlatan Soyak, anılarına şöyle devam etmektedir:

“Başka bir gün çocuk terbiyesinden konuşuyordu, bu konudaki mütalâalarını izah etti:

Çoğu ailelerin öteden beri çok kötü bir alışkanlıkları var; çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar lâfa karışınca, sen büyüklerin konusuna karışma der, sustururlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket. Halbuki tam tersine, çocukları serbestçe konuşmaya; düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifadeye teşvik etmelidirler; böylece hem hatalarını düzeltmeye imkân bulunur, hem de ileride yalancı ve riyakâr olmalarının önüne geçilir.

Kısacası, artık, çocuklarımızı düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da, başkalarının samimî düşüncelerine saygı beslemeye artık alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıyız. Bence bunlar, çocuk terbiyesinde ana kucağından, en yüksek eğitim ocağına kadar her yerde, her zaman üzerinde durulacak önemli noktalardır. Ancak bu suretledir ki, çocuklarımız memlekete yararlı bir vatandaş ve mükemmel birer insan olurlar.”

Evet, Atatürk ve çocuk “Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı” sunageldiğimiz böylesine duygu ve çabalarla iç içedir, özdeştir. Çabalar deyince “Çocuk Esirgeme Kurumu”nu anımsamamaya olanak var mıdır? Bu kuruluş da Atatürk’ün eseridir. O, özellikle ve başta Kurtuluş Savaşı’na katılan, şehit ve malûl yurttaşların çocuklarına gerekli yardımları yapmak üzere, 30 Haziran 1921 ‘de “Himaye-i Etfal Cemiyeti”ni kurdurmuştu. Bu dernek, Mustafa Kemal’in özlediği çocukların ve gençlerin yetişmesine yardımcı olacaktı ve olmuştu.

Bu Cemiyet, 19 Ocak 1952’de “Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu” adını aldı. Bakanlar Kurulu’nun 19 Ocak 1952 gün 8012 sayılı kararıyla tüzük değişikliği yapılarak, Atatürk’ün amacına ve toplumun ihtiyaçlarına daha uygun duruma getirildi.

Çocuk Haftasının ilk kutlanışı 23-29 Nisan 1929’da olmuş, ilk gün Çocuk Bayramı kabul edilmiş, Mustafa Kemal Paşa, Ankara Palas’ta yapılan Birinci Çocuk Balosu’na katılmıştı.

Bu yazımla 23 Nisan’ın özünde saklı amaç ve ruhu, çeşitli düşüncelere, görüşlere ve hatta anılarla, kuruluşlara değinerek anlatmaya çalıştım. Yeni bilgi ve belgeler sunmadığımı, sunamadığımı biliyorum. Şunu da biliyorum ki, bunları birlikte hatırlamak da ruhlarımızı, inançlarımızı tazeleyecek ve pekiştirecektir.

Ve nihayet, hepimizin ilk ve son sözümüz “Yaşasın Atatürkçülük ve Millî Egemenlik” demek olacaktır!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder